Zecharia Sitchin 9.Kitabı ''Enki'nin Kayıp Kitabı''nın özetinde diyor ki;
445.000 yıl kadar önce başka bir gezegenin astronotları altın aramak amacıyla Dünya'ya geldiler.
Dünya'nm denizlerinden birine iniş yapıp kıyıya çıktılar ve Eridu'yu, "Uzaklardaki Yuva"yı kurdular. Zaman içinde, bu ilk yerleşim bir uçuş kontrol merkezi, bir uzay limanı, madencilik operasyonları ve hatta Mars'ta kurulan bir ara istasyonla birlikte tam bir Dünya Misyonuna dönüştü.
İş gücü açısından az sayıda olan astronotlar, İlkel İşçiler -homo sapiens- oluşturmak için genetik mühendislik uyguladılar. Yeryüzünü devasa bir afetle silip süpüren Tufan taze bir başlangıç yapmayı gerektirdi; astronotlar tanrılara dönüşürken insanoğluna uygarlığı bahşedip ona nasıl tapınacağını öğrettiler.
Derken, elde edilen her şey Dünya'ya gelen bu ziyaretçilerin kendi aralarındaki rekabet ve savaşlar sebebiyle ortaya çıkan bir nükleer felaket yüzünden yaklaşık dört bin yıl önce darmadağın oldu.
Dünya üzerinde meydana gelenler, özellikle de insanlık tarihi başladığından beri olan olaylar Zecharia Sitchin tarafından Kitabı Mukaddes'ten, kil tabletlerden, kadim mitlerden ve arkeolojik keşiflerden teker teker ayıklanıp yazarın Dünya Tarihçesi adlı dizisinde biraraya getirildi. Ama Dünya'da yaşanan olaylardan önce neler olmuştu? Bu astronotların kendi gezegenleri Nibiru'da neler olmuştu da uzay yolculuklarına, altına duyulan ihtiyaca, İnsanoğlunun oluşturulmasına yol açmıştı?
Gök ve uzay destanlarının baş oyuncularını hangi duygular, rekabetler, inançlar, ahlak kuralları (veya ahlak eksikliği) harekete geçirmişti? Nibiru üstünde ve Dünya üstünde gerilimin tırmanmasına sebep olan ilişkiler nelerdi? Yaşlılar ile gençler, Ni-biru'dan gelmiş olanlar ile Dünya'da doğmuş olanlar arasındaki gerileme sebep olan neydi? Ve olanlar ne dereceye kadar Kader -geçmişteki olayların kaydının geleceğin anahtarını taşıdığı bir kader- tarafından belirlenmekteydi?
Baş aktörlerden olup olaylara tanık olan, Kısmet ile Kader arasındaki farkı görebilen birinin her şeyin, yani İlk Şeylerin ve belki de Son Şeylerin Nasıl, Nerede, Ne Zaman ve Niçin gerçekleştiğini gelecek nesiller için kayda geçirmesi ne kadar hayırlı olurdu, değil mi?
Ama bazıları tam olarak böyle yapmışlardı ve bunların arasında en önde geleni, yeryüzüne inen ilk astronot grubunun komutanıydı!
Bilginler de ilahiyatçılar da kutsal kitapta geçen Yaratılış, Adem ve Havva, Aden Bahçesi, Tufan, Babil Kulesi hikayelerinin aslında binlerce yıl önce Mezopotamya'da, özellikle Sümerler tarafından yazılmış metinlere dayandığını kabul etmekteler. Ve Sümerler de -pek çoğu uygarlıkların başlangıcından önce, hatta insanoğlu ortaya çıkmadan önce yaşanmış- geçmiş olaylara ilişkin bilgilerini Anunnakilerin ("Gökten Dünya'ya İnmiş Olanlar") yazılarından elde ettiklerini açıkça belirtmişlerdi.
Kadim uygarlıkların yıkıntıları arasında, özellikle de Yakın Doğu'da yaklaşık yüz elli yıldır sürdürülen arkeolojik keşiflerin bir sonucu olarak çok sayıda bu tür daha eski tarihli metinler bulundu; buluntular ayrıca ya keşfedilen metinlerde sözü edilen veya varlıkları hakkında bu tarz metinlerden sonuca varılan, kraliyet ya da tapınak kütüphanelerinde kataloglara kaydedildikleri için var oldukları bilinen kayıp metinlerin -sözde kayıp kitapların- ne kadar çok olduğunu da ortaya çıkardı.
"Tanrıların sırları" bazen destansı hikayelerde kısmen de olsa ortaya serilmekteydi; Gılgamış Destanı tanrıların insanoğlunun tufan sırasında yok olmasına izin veren kararma yol açan aralarındaki tartışmaları açığa çıkartmıştı, Atra Hasis adlı başka bir metin ise altın madenlerinde güç koşullarda çalışan Anunna-kilerin isyanının nasıl olup da İlkel İşçilerin, yani Dünyalıların oluşturulmasına yol açtığı hatırlanmaktaydı. Zaman zaman bu derlemeleri yazanlar astronotların liderlerinin ta kendileriydi: Nükleer felakete yol açan iki tanrıdan birinin suçu düşmanına atmaya çalışmasını anlatan Erra Manzumesi adlı metinde olduğu gibi, bazen seçtikleri bir yazıcıya dikte ettiriyorlar; bazen de tanrı, yazıcılığı üstleniyordu, tıpkı tanrının bir yer altı odasına sakladığı (Mısır'ın bilgi tanrısı) Tot'urı Sırlan Kitabı'nda olduğu gibi.
Kitabı Mukaddes'e göre Yüce Rab Yahveh buyruklarını seçilmiş halkına teslim ettiğinde, Sina Dağında Musa'ya verdiği iki taş tabletin üstüne bunları kendi eliyle yazmıştı. Altın buzağı olayına tepki gösteren Musa bunları elinden fırlatıp ilk tablet takımını kırınca, kırk gün kırk gece dağda kalıp Rab'bin dikte ettiği sözleri yeni tablet takımının her iki yüzüne kendi elleriyle yazmıştı.
Mısır kralı Khufu'nun (Keops) döneminden kalan bir papirüs üstüne kaydedilmiş Tot'urı Sırları Kitabı ile ilgili bir hikaye olmasaydı o kitabın varlığından asla haberdar olamazdık. Kutsal kitabın içinde yer alan Mısır'dan Çıkış ve Yasanın Tekrarı kitaplarında anlatılanlar olmasaydı, ilahi tabletler ve içerikleri hakkında asla bilgi sahibi olamazdık ve hepsi de var olduklarına dair bilginin bile gün ışığına çıkamadığı o muammalı "kayıp kitaplar" kalabalığının bir parçası haline gelirlerdi. Bazı durumlarda belirli metinlerin var olduğunu bilmek ama içerikleri hakkında hiçbir şey bulamamak da az acı değildir. Kitabı Mukaddes'te bilhassa sözü edilen Yahveh'rrin Savaşları Kitabı ve Yaşar Kitabı bunlardandır. En azından şu iki örnek için, kutsal kitabı kaleme alanların bildiği daha eski tarihli metinler olan bu eski kitapların var oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Yaratılış Kitabının beşinci bölümü "Bu Adem'in Toledot kitabıdır" ibaresiyle başlar, Toledot terimi genellikle "nesiller" olarak çevriliyorsa da daha doğru olan anlamı "tarih veya şecere kaydı" şeklindedir.
Diğeri ise Yaratılış Kitabının altıncı bölümünde Nuh ve Tufan ile ilişkili olaylar "Bu Nuh'un Toledof udur" diyerek anlatılmaya başlanır. Gerçekten de Adem ve Havva Kitabı olarak bilinen bir kitabın bazı parçaları Ermeni, Slav, Süıyani ve Habeş dillerinde binlerce yıl boyunca varlığını sürdürebilmiş ve (kutsal kabul edilen Kitabı Mukaddes'e dahil edilmeyen, güya uydurulmuş kitaplardan biri olarak görülen) Harıok Kitabı'nda bilginlerin çok daha eski tarihli Nuh Kitabından alınmış olduğunu düşündükleri parçalar yer almaktadır.
Diğeri ise Yaratılış Kitabının altıncı bölümünde Nuh ve Tufan ile ilişkili olaylar "Bu Nuh'un Toledof udur" diyerek anlatılmaya başlanır. Gerçekten de Adem ve Havva Kitabı olarak bilinen bir kitabın bazı parçaları Ermeni, Slav, Süıyani ve Habeş dillerinde binlerce yıl boyunca varlığını sürdürebilmiş ve (kutsal kabul edilen Kitabı Mukaddes'e dahil edilmeyen, güya uydurulmuş kitaplardan biri olarak görülen) Harıok Kitabı'nda bilginlerin çok daha eski tarihli Nuh Kitabından alınmış olduğunu düşündükleri parçalar yer almaktadır.
Kayıp kitapların çokluğuna ilişkin olarak sıkça verilen bir örnek de Mısır'daki ünlü İskenderiye Kütüphanesidir. M.Ö. 323'te ölen Iskendefin ardından general Ptolemi tarafından kurulan kütüphanede yarım milyondan çok "cilt," yani (kil, taş, papirüs, parşömen gibi) çeşitli malzemeler üstüne yazılmış kitap bulunduğu söylenmekteydi. Bu bilgi birikimini incelemek üzere bilginlerin toplandıkları bu büyük kütüphane M.Ö. 48'den başlayıp M.S. 642'deArap istilasına dek uzanan savaşlar sırasında yakılıp yıkıldı. Bu bilgi hazinesinden geriye kalan yalnızca İbranca Kitabı Mukaddes'in ilke beş kitabının Yunanca tercümesi ve kütüphanede sürekli kalan bazı bilginlerin yazılarından küçük kısımlardır.
M.Ö. 270 civarında ikinci Ptolemi kralının Yunanlıların Ma-netho dedikleri bir Mısırlı rahibe Mısır'ın tarihini ve tarih öncesini derleme görevini vermiş olduğunu biliyoruz. Manetho şöyle yazmıştı; ilk başta yalnızca tanrılar hüküm sürdüler, sonra yarı tanrılar ve en sonunda, M.Ö. 3100 civarında firavun hanedanları başladı. Manetho ilahi saltanatların Tufandan on bin yıl önce başlayıp binlerce yıl sonrasına dek sürdüğünü ve tufandan sonraki dönemde tanrılar arasında çarpışmalar ve savaşlara tanık olunduğunu yazmıştı.
İskender'in Asya'daki topraklarında saltanat general Sele-ukos ve ardıllarının elindeydi ve Yunanlı alimler için geçmişte yaşanmış olayların kaydının çıkartılması çabası orada da sürmekteydi. Babil tanrısı Marduk'un rahiplerinden biri olan ve çekirdeğini Harran'daki tapmak kütüphanesinin oluşturduğu kil tablet kütüphanelerine kolayca erişebilen Berossus, tufandan 432.000 yıl kadar önce tanrılar gökten Dünya'ya geldiklerinde başlayan tanrılar ve insanların tarihini üç cilt halinde yazdı. İlk on komutanın adlarını ve saltanat sürelerini sıralayan Berossus bir balık gibi giyinmiş olan ilk komutanın denizden yüzerek kıyıya çıktığını bildirmişti. İnsanoğluna uygarlığı veren oydu ve Yunancaya çevrilen ismi Oannes'ti.
Pek çok ayrıntıda birbirlerine tam olarak uyan bu iki rahip Dünya'ya inen bu gök tanrılarını, Dünya'da yalnızca tanrıların hüküm sürdüğü bir dönemi ve tufan denilen o büyük afeti anlatmaktaydılar. Bu üç ciltten (çağdaşı olan başka yazılarda) ko-runabilmiş irili ufaklı parçalarda Berossus, Büyük Tufandan önceye ait yazıların -kadim tanrılar tarafından kurulan ilk şehirlerden biri olan, Sippar denilen o çok eski şehirde güvenle saklanan taş tabletlerin- varlığını bilhassa belirtmektedir.
Tanrıların tufan öncesinde kurdukları diğer şehirler gibi Sippar da tufan sularının altında kalıp yok olmasına rağmen, tufan öncesi döneme ait yazılara ilişkin bir bahis Asur kralı Asurbani-pal'in (M.O. 668-633) tarih kayıtlarında su yüzüne çıkıverir. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında arkeologlar -o zamana dek yalnızca Eski Ahit'ten bilinmekte olan- kadim Asur başkenti Nine-ve'yi bulduklarında Asurbanipal'in sarayındaki kütüphanenin yıkıntılarında üstü yazılarla kaplı yaklaşık 25.000 adet kil tabletin kalıntılarını keşfettiler. "Eski metinler"in pek hevesli bir koleksiyoncusu olan Asurbanipal, tarih kayıtlarında şöyle övünmekteydi: "Yazıcıların tanrısı bana ilminin bilgisini bahşetti; yazının gizlerine inisiye edildim; Şumer dilinde yazılmış ayrıntılı tabletleri bile okuyabilirim; tufandan önceki günlerden kala taş yontulardaki muammalı sözleri anlıyorum."
Şumer (veya Sümer) uygarlığının günümüzde Irak olarak bilinen bölgede, Mısır'daki firavun çağı uygarlığından neredeyse bin yıl önce gelişip büyüdüğü ve daha sonra bunları, Hint altkı-tasmdaki İndüs Vadisi uygarlığının izlediği artık biliniyor. Ayrıca tanrıların ve insanların tarihlerini ve hikayelerini ilk kez yazıya geçirenlerin Sümerler olduğu ve aralarında İbranlarm da bulunduğu diğer tüm halkların Yaratılış, Adem ve Havva, Ka-yin ve Habil, Tufan, Babil Kulesi hikayelerini onlardan aldıkları bilinmektedir; bu gerçek Yunanlıların, Hititlerin, Kenanlılarm, Perslilerin ve Hint-Avrupalılarm yazılarında ve hatıralarmdaki tanrıların savaşları ve aşkları hikayelerine de yansır. Tüm bu eski yazıların iddia ettikleri gibi onların kaynakları da çok daha eski tarihli, bazısı bulunmuş ama çoğu kayıp olan metinlerdi.
Böyle çok eski tarihli yazıların sayısı akıllara durgunluk verecek kadar çoktur; kadim Yakın Doğu'nun harabelerinde binlerce değil on binlerce kil tablet keşfedilmiştir. Pek çoğu ticaret, işçi ücretleri ve evlilik sözleşmeleri gibi günlük yaşamın çeşitli yanlarıyla ilgili kayıtlardır. Çoğunlukla saray kütüphanelerinde bulunan diğerleri ise kraliyet tarihi kayıtlarını oluşturmaktadır; tapmak kütüphanelerinin veya yazıcılık okullarının harabelerinde keşfedilen diğerleri ise mukaddes kabul edilen ve Sümer dilinde yazılıp sonra (ilk Sami dili olan) Akkadçaya, ardından diğer kadim dillere çevrilmiş bir kutsal literatürü oluşturmaktaydı. Neredeyse altı bin yıl öncesinden kalan bu ilk yazılarda bile kayıp "kitaplardan (taş tabletler üstüne yazılmış metinlerden) bahsedilmekteydi.
Kadim şehirlerin ve kütüphanelerinin yıkmtılarmdaki inanılmaz -bu mucizeye anlatmak için şans kelimesi az gelir- buluntular arasında kil prizmalar vardı ve bunların üstüne, Beros-sus'un bahsetmiş olduğu, tufandan önce 432.0000 yıl hükümdarlık yapmış şu on idareciye dair bilgiler yazılmıştı. Sümer Kral Listeleri olarak bilinen (ve ingiltere'nin Oxford kentindeki Ash-molean Müzesinde sergilenen) bu metinlerin çeşitli versiyonları bunları derleyen Sümerlerin çok daha eski tarihli yaygın veya mukaddes ilan edilmiş metin malzemesinden yararlanabildikle-rine dair hiçbir kuşku bırakmamaktadır. Bir o kadar eski olup çeşitli yıpranma düzeylerindeki başka metinlerle biraraya getirildiklerinde bu metinler, Geliş'i olduğu kadar bunun öncesin-dekilerin yanı sıra elbette sonrasındaki olayları da kayda ilk geçiren kişinin baş aktörlerden, olaylara birinci elden tanık olan bu liderlerden biri olduğunu düşündürmektedirler.
Tüm bu olayların tanıklarından biri olan ve gerçekten olaylarda baş rolü oynayanlardan biri ilk astronot grubuyla birlikte suya iniş yapan liderdi. O sıralarda unvanı E.A., yani "Evi Su Olan" idi. Dünya Görevinin komutasının üvey kardeşi ve rakibi olan EN.LİL'e ("Emirler Efendisi") verilmesiyle hayal kırıklığına uğradığında ona EN.Kİ, "Yer'in Efendisi" unvanı verilip yaşadığı utanç biraz hafifletilmişti. Tanrıların şehirlerinden ve onların E.DIN ("Aden")'deki uzay limanından uzaklaştırılıp kendisine AB.ZU'daki (güneydoğu Afrika'daki) altm madenlerini denetleme görevi verilen kişi, büyük bir bilim adamı olan Ea/Enki'ydi ve orada, o bölgede yaşayan insansı yaratıklara rastgeldi. Altm madenlerinde çok güç şartlarda çalışan Anunna-kiler isyan edip "Bizden bu kadar!" dediklerinde, gereken işgücünün genetik mühendislik sayesinde evrimi zamanından önce hızlandırarak elde edilebileceğini fark eden oydu; böylece Adem ("Arz'dan olan", Dünyalı) ortaya çıktı. Bir melez olan Adem üreyemiyordu; Aden Bahçesindeki Adem ve Havva'nın kutsal kitapta yansıyan hikayesi Enki tarafından yapılan ikinci genetik müdahaleyi ve böylece cinsel yolla üreme için gereken ekstra genlerin eklenmesini anlatmaktadır. Ve giderek çoğalan insa-noğlun hayal edilen tarza uymadığı ortaya çıktığında, erkek kardeşi Enlil'in yaptığı ve insanoğlunun tufan sırasında ortadan kalkmasına izin verecek olan plana -o sırada yaşananların kahramanı Kitabı Mukaddes'te Nuh ve çok daha eski tarihli orijinal Sümerce metinde ise Ziusudra olarak anılır- karşı çıkan yine Enki'ydi.
Tüm bu olayların tanıklarından biri olan ve gerçekten olaylarda baş rolü oynayanlardan biri ilk astronot grubuyla birlikte suya iniş yapan liderdi. O sıralarda unvanı E.A., yani "Evi Su Olan" idi. Dünya Görevinin komutasının üvey kardeşi ve rakibi olan EN.LİL'e ("Emirler Efendisi") verilmesiyle hayal kırıklığına uğradığında ona EN.Kİ, "Yer'in Efendisi" unvanı verilip yaşadığı utanç biraz hafifletilmişti. Tanrıların şehirlerinden ve onların E.DIN ("Aden")'deki uzay limanından uzaklaştırılıp kendisine AB.ZU'daki (güneydoğu Afrika'daki) altm madenlerini denetleme görevi verilen kişi, büyük bir bilim adamı olan Ea/Enki'ydi ve orada, o bölgede yaşayan insansı yaratıklara rastgeldi. Altm madenlerinde çok güç şartlarda çalışan Anunna-kiler isyan edip "Bizden bu kadar!" dediklerinde, gereken işgücünün genetik mühendislik sayesinde evrimi zamanından önce hızlandırarak elde edilebileceğini fark eden oydu; böylece Adem ("Arz'dan olan", Dünyalı) ortaya çıktı. Bir melez olan Adem üreyemiyordu; Aden Bahçesindeki Adem ve Havva'nın kutsal kitapta yansıyan hikayesi Enki tarafından yapılan ikinci genetik müdahaleyi ve böylece cinsel yolla üreme için gereken ekstra genlerin eklenmesini anlatmaktadır. Ve giderek çoğalan insa-noğlun hayal edilen tarza uymadığı ortaya çıktığında, erkek kardeşi Enlil'in yaptığı ve insanoğlunun tufan sırasında ortadan kalkmasına izin verecek olan plana -o sırada yaşananların kahramanı Kitabı Mukaddes'te Nuh ve çok daha eski tarihli orijinal Sümerce metinde ise Ziusudra olarak anılır- karşı çıkan yine Enki'ydi.
Nibiru'nun hükümdarı Anu'nun ilk erkek çocuğu olan Ea/Enki kendi gezegeni (Nibiru) ve sakinlerinin geçmişi hakkında çok bilgi sahibiydi. Başarılı bir bilim adamı olan Ea/Enki Anunnakilerin ileri bilgisinin en önemli kısımlarını (sırasıyla, Mısır tanrıları Ra ve Tot olarak bilinen) Marduk ve Ningişzidda adlı oğullarına miras bırakmıştı. Ama seçilmiş bireylere "tanrıların sırları"nı öğreterek bu ileri bilginin belirli kısımlarının in-sanoğluyla paylaşılmasına da aracı oldu. En azından iki örnekte, bu inisiyeler söz konusu ilahi öğretileri insanoğlunun mirası
olarak (onlara söylendiği gibi) yazıya geçirdiler. Bunlardan biri, Enki'nin muhtemelen bir dünyalı kadından olan oğlu Ada-pa'ydı; onun Zamana İlişkin. Yazılar başlıklı bir kitap yazdığı bilinir ve bu, kayıp kitapların en eskilerinden biridir. Enmeduranki adındaki diğeri ise büyük olasılıkla, kutsal kitapta ilahi sırları içeren kitabı oğullarına emanet ettikten sonra göğe alındığı anlatılan Hanok'un esas örneğiydi; bu kitabın bir versiyonunun kutsal kitap dışında bırakılan Hanok Kitabı'nda günümüze dek gelmiş olması büyük bir olasılıktır.
olarak (onlara söylendiği gibi) yazıya geçirdiler. Bunlardan biri, Enki'nin muhtemelen bir dünyalı kadından olan oğlu Ada-pa'ydı; onun Zamana İlişkin. Yazılar başlıklı bir kitap yazdığı bilinir ve bu, kayıp kitapların en eskilerinden biridir. Enmeduranki adındaki diğeri ise büyük olasılıkla, kutsal kitapta ilahi sırları içeren kitabı oğullarına emanet ettikten sonra göğe alındığı anlatılan Hanok'un esas örneğiydi; bu kitabın bir versiyonunun kutsal kitap dışında bırakılan Hanok Kitabı'nda günümüze dek gelmiş olması büyük bir olasılıktır.
Anu'nun ilk erkek evladı olmasına rağmen Enki'nin kaderinde, babasının ardından Nibiru'da tahta çıkmak yoktu. Nibi-ruluların çapraşık tarihinden yansıyan karmaşık ardıllık kuralları bu ayrıcalığı Enki'nin üvey kardeşi Enlil'e vermekteydi. Bu acı çatışmaya çözüm aranırken Enki ve Enlil kendilerini, Nibi-ru'nun giderek incelen atmosferini korumak amacıyla bir kalkan oluşturmak için altınına ihtiyaç duyulan yabancı bir gezegene gitme görevinde buldular. Anunnakilerin Baş Tıp Subayı olan üvey kızkardeşleri Ninharsag'm da Dünya'ya gelişi ile daha karmaşıklaşan bu geçmiş nedeniyledir ki Enki, tufanı bahane ederek insanoğlunun yok olmasına izin vermek isteyen En-lil'in planını bozmaya karar vermişti.
Çatışma bu iki üvey kardeşin oğulları arasında, hatta torunları arasında da sürdü; aslına bakarsanız bunların hepsi, özellikle de Dünya üstünde doğanlar çok uzun yörüngesi sayesinde Nibiru'nun sağladığı uzun yaşam sürelerini kaybetmekle karşı karşıyaydılar ve bu durum da onların kişisel ıstıraplarına eklenip hırslarını körüklemekteydi. Tüm bunlar M.O. üçüncü binyı-lın son asrında, Enki'nin resmi eşinden olan oğlu Marduk, Diin-ya'yı miras alacak olanın Enlil'in ilk erkek evladı Ninurta değil de kendisi olduğunu iddia ettiğinde zirveye ulaştı. Bu şiddetli çekişme sırasında yaşanan bir dizi savaş, en sonunda nükleer silahların kullanılmasına yol açtı; sonrasında ise hiç istenmeyen sonuç, Sümer uygarlığının yok oluşu oldu.
Seçilen bireylerin "tanrıların sırları"na inisiye edilmesi Rahiplik kurumunun, İlahi Sözleri ölümlü Dünyalılara aktaranların, tanrılar ve insanlar arasındaki aracılar silsilesinin başlangıcını belirledi. İlahi sözlerin yorumlanışları olan kehanetler, işaretler görmek amacıyla göklerin gözlemlenmesiyle birleşti. İnsanoğlu tanrısal çatışmalarda giderek daha çok taraf tutar hale geldikçe Kehanet büyük bir rol oynar oldu. Aslında, gelecekte yaşanacakları açıklayan tanrıların bu gibi sözcülerini anlatmak için kullanılmaya başlanan Nebi kelimesi, Marduk'un ilk erkek evladı olan ve sürgün edilmiş babasının adına insanoğlunu, gökteki işaretlerin Marduk'un hükümranlığının geldiğine ikna etmeye çalışan Nabu'nun unvanıydı.
Bu gelişmeler, Kısmet ile Kader arasında bir fark gözetilmesi gerektiğini iyice netleştirmişti. Enlil'in, hatta bazen Anu'nun eskiden hiç sorgulanmayan bildirileri artık NAM, yani rotaları belirlenmiş ve değişmez olan gezegen yörüngeleri gibi olan Kader ile NAM.TAR, yani bozulabilen, değiştirilebilen bir kader olan Kısmet arasındaki farkın irdelenmesine tabi tutulmaktaydı. Olayları gözden geçirip oluş sıralarını hatırladıklarında ve Nibi-ru'da olanlar ile Dünya'da meydana gelmiş olanlar arasındaki bariz koşutluğu gören Enki ve Enlil aslında neyin mukadder olup kaçınılmaz olabileceği, iyi ve kötü kararların ve hür iradenin sonucunda kısmete neyin düştüğü konusunda derinden düşünmeye başladılar. İkincisi önceden tahmin edilemezdi; birincisi ise, özellikle eğer her şey gezegenlerin yörüngeleri gibi dev-resel ise, olmuş olan tekrar olacaksa, başlar ayrıca son da olacaksa önceden görülebilirdi.
Nükleer yıkımla gelen o en kritik devre Anunnaki liderleri arasındaki içsel sorgulamayı yoğunlaştırdı ve felakete uğramış insan kalabalıklarına olayların niçin böyle geliştiğini açıklama ihtiyacını güçlendirdi. Olanlar mukadder miydi yoksa Anunnaki eliyle oluşan kısmetin sonucu muydu yalnızca? Sorumlu tutulabilecek birileri var mıydı?
Felaketin arifesinde toplanan Anunnaki meclislerinde, yasaklanmış silahların kullanılmasına tek başma muhalefet eden kişi Enki'ydi. Dolayısıyla, geriye kalan ıstırap içindeki insanlara aslında iyi niyetli olan uzaylı varlıkların destanmdaki bu dönüm noktasında onların nasıl olup da yıkıcılar haline geldiklerini açıklamak Enki için çok önemliydi. Kim buraya ilk gelen ve her şeye tanık olan Ea/Enki'den daha uygun olabilirdi ki; Gelecek önceden görülebilsin, diye Geçmişi anlatmaya? Ve her şeyi anlatmanın en iyi yolu Enki tarafından, ilk ağızdan verilmiş bir rapor olurdu.
Onun özyaşam öyküsünü kayda geçirdiği kesindir çünkü Nippur kütüphanesinde (en azından on iki tablet kaplayan) uzun bir metin keşfedilmiştir ve Enki'den şunu nakleder:
Dünya'ya yaklaştığımda, çok fazla sel vardı.
Onun yeşil çayırlarına yaklaştığımda, tepecikler ve tümsekler birikip yığıldı emrimle.
Evimi saf bir yerde kurdum Evime uygun bir ad verdim.
Bu uzun metin Ea/Enki'nin görevleri subaylarına paylaştırıp Dünya Görevi operasyonuna nasıl başladığını tarif ederek devam etmektedir.
Sonraki gelişmelerde Enki'nin oynadığı rolün çeşitli özelliklerini ele alan pek çok başka metin Enki'nin hikayesini tamamlamaya hizmet etmektedir; bunlar, çekirdeğini Enki'nin kendi metninin oluşturduğu bir Yaratılış Destanı, bilginlerin Eridu Yaratılış Kitabı eledikleri bir kozmogoniyi içermektedir. Adem'in oluşturulmasının ayrıntılı bir tarifi vardır. Metinler, erkek ve dişi Anunnakilerin Enki'den ME'ler, yani içinde uygarlığın tüm unsurlarının şifrelendiği bir tür veri disklerini almak üzere Eridu'ya nasıl geldiklerini anlatırlar ve elbette, üvey kız kardeşi Ninharsag'dan bir oğul edinme çabalarının, hem tanrıçalarla hem de insan kızlarıyla giriştiği rastgele ilişkilerin ve bunların beklenmedik sonuçlarının hikayeleri gibi Enki'nin özel hayatı ve kişisel sorunlarıyla ilgili metinleri de içerirler. Atra Hasis metni, Anu'nun Dünya'yı oğulları arasında paylaştırarak Enki-Enlil rekabetinin şiddetlenmesini önleme çabasma ışık tutar; metinlerde Tufan öncesinde insanoğlunun kaderi hakkında Tanrılar Meclisinde yapılan görüşmelerin neredeyse tutanakları kaydedilmiştir; Gılgaıruş Destanı tabletlerinde orijinal Mezopotamya versiyonu bulunana dek yalnızca Kitabı Mukaddes'te olduğu düşünülen bir hikayenin, yani Enki'nin kullandığı ve Nuh ile onun gemisinin hikayesi olarak bilinen bahane de bunlarda yer alır.
Sümerce ve Akkadça tabletler; Babil ve Asur tapmak kütüphaneleri; Mısır, Hitit ve Kenan "mitleri" ve de kutsal kitapta anlatılanlar tanrıların ve insanların maceralarının yazıya dökülmüş hatıratın esasını oluşturmaktadır. Bu dağınık ve parça parça malzeme, Enki'nin şahadetini, uzaylı bir tanrının özyaşam öyküsünden anılar ve öngörüyle dolu kehanetlerini yeniden oluşturmak amacıyla Zecharia Sitchin tarafından tarihte ilk kez biraraya getirilip kullanıldı.
Enki tarafından seçilmiş bir yazıcıya dikte ettirilen bir metin, mührü zaman uygun olduğunda kırılıp açılacak bir Tanıklık Kitabı olarak sunulan tüm malzeme akla Yahveh'nin Yeşeya peygambere (M.Ö. yedinci yüzyıl) verdiği talimatı getirmektedir:
Şimdi git
Söylediğimi onların önünde Bir levhaya yazıp kitaba geçir ki Gelecekte kalıcı bir tanık olsun.
Yeşeya 30:8
Geçmişi ele alan Enki bizzat geleceği algılamıştı. Hür iradelerini kullanan Anunnakilerin kendi kaderlerinin (yanı sıra insanoğlunun kaderinin) efendisi olduklarına ilişkin fikir en sonda, olayların gidişatını belirleyenin aslında Kader olduğunun, dolayısıyla -İbran peygamberleri tarafından bildirildiği gibi— başların son olacağının anlaşılmasıyla yer değiştirir.
Enki tarafmdan yazdırılan olayların kaydı işte böylece Kehanetin temeli olur ve Geçmiş, Gelecek haline gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder